8 Temmuz 2011 Cuma

Yitirmek





Fotoğrafta gördüğünüz kolunu yitirmiş kişi benim. Bu anın fotoğraflandığını kolumu kaybettikten çok sonra öğrendim, tamamen şans eseri. Savaş bittikten dört buçuk yıl sonra bir gazetenin ikinci dünya savaşının bilinmeyen fotografları ekinde yitirdiğim kolumu tekrar görme şansım olmuştu. Gazeteyle irtibata geçip fotografın aslını istedim. Benimle ufak bir röportaj yapmak istediler. Kabul ettim bu da onların işi ve beni o ana tekrar götürmenin bedeliydi.

Fotografın istediğim kopyasını aldığımda çerçeveletip evimin duvarına astım. öncesinde o anı unutmuştum, ama artık bu fotograf sayesinde evimin merdivenlerini her çıktığımda tekrar yaşıyordum. Ev halkı bunu çok sıcak karşılamadı, beni anlamalarını beklemiyordum. Benim için bu fotograf küçükken yitirdiğiniz çocuğunuzun resmi kadar masumdu, ailem içinse tamamıyla vahşet. Benim için bu fotograf bana verdikleri değerli olduğunu iddia ettikleri metal üstünde “kahraman” yazan madalyadan çok daha manalıydı, hayatımın bir parçasıydı, önemli bir parçası. Onlar içinse görmek istemeyecekleri kadar kötü bir fotograftı.

Ev halkı çoğunluğun haklı olduğunda diretince fotografı duvardan indirmeyi kabul ettim. Ancak ona yine gözüm gibi baktım. Onu sakladığım yerinden çıkarıp hafif bir müzik ile saatlerce seyrettiğim çoktur.

İnsanların yaşayıp da adını koyamadığı, kelimelerle ifade edemedikleri çok şey var. Üstün körü başarabildiklerini sanıyorlar ama insanın kendi yaşamını, yaşamındaki tecrübelerini başka insanlara yaşadıkları gibi aktarabilmeleri çok zordur. Bu fotograf da benim için bunun bir simgesi.

Savaş kaybettirir, kazanana bile.. insanlar bu kelimeleri içini boşaltacak kadar sık tekrar ederler. Oysa ne kaybettiklerini bilmezler. Kolay değildir yaşı kemale ermiş insanların türlü metallerden yaptıkları silahlarla birbirlerini öldürüp diğerlerine hakim olmaya çalışma mücadelesinin içerisinde olmak. Kolumu kaybetmeseydim bunun farkına varmam benim için de kolay olmayacaktı.

Bu durumu şöyle daha rahat anlatabilirim sanırım. Savaş bitip de evlerimize geri geldiğimizde silah arkadaşlarımla kopmadık, görüşmeye, konuşmaya devam ettik. Savaştan gittiği gibi her uzvu yerinde dönenler, bir yerlerini bırakıp gelenlere göre daha ağır yara almışlardı. Onlar belki de bu savaştan sağ salim dönmenin kendilerine verilmiş bir ceza olduğunu düşünüyorlardı. Onlar birer katil, arkadaşlarının uğurlarında öldüğü, ölü çocukları kucaklamış insanlar olarak lanetlenmiş gibilerdi. Bir uzvunu kaybedenler ise bedel ödediklerini düşünürler. “oraya gittim, kendimden bir parça bıraktım ve geri geldim” diyebilirler. Evet, fark bu, biz uzvunuzu kaybetmemiş olanlar da oraya gitmişlerdi, onlar da kendilerinden bir şeyleri orada bırakıp eksilerek gelmişlerdi. Biz her an bunun bilincindeydik, onlar değildi. Beni görenler hikayemi duyanlar bunu her an akıllarında tutmaya özen gösterirdi, onlar içinse durum daha zordu. En ağır acıları yaşayan insanların acılarının fiziksel izleri yok ise, diğer insanlar her zaman karşısındakine normal gibi davranma eğilimindedir, oysa ortalıkta normal insan kaldığına inanmak bile güç.

İlkokulda sıra arkadaşım Paul solaktı, tüm sınıftaki tek, tanıdığım tüm insanlar içinde ise birkaç solaktan biriydi. Bu özelliği benim için her zaman çekiciydi, ben de solak olmak isterdim. Kimsenin haberi olmadan yalnızken sol elimle yazmaya, bazen yemek yemeye çalışırdım. Fotografta gördüğünüz andan sonra tanrıya beni solak yaratmadığı için binlerce kere şükrettim.

Hiç protez kullanmadım, bir gazi olduğum için protez sahibi olmak benim için tabii ki bedavaydı. Nedense protez ile rahat edemiyordum, sanki olduğum kişiden utanıyormuşum gibi.. halbuki ben sol kolu eksik biri olarak bundan gurur duyuyordum. Bu hayatın bana ödettiği bir bedeldi, gözle görülebiliyordu ancak az önce de söylediğim gibi oysa hayat bizlere gözle görünmeyen daha ne bedel ödetmişti. Bir kolun eksik olması? Bu hiçbir şey demekti.

Sokaklarda denk geldiğim insanlardan meraklılar hikayemi dinlemek isterler, belki alttan alta tahmin de ederler. Onları ikiye ayırabiliriz. Birinci sınıfa girenler hikayemi ve acımı paylaşırlar ama bana acımazlar. Bu eksikliğime rağmen onların hiç göremeyeceği şeyleri gördüğümü, onların erişemeyecekleri tecrübelere sahip olduğumu bilirler ve saygı duyarlar. İkinci sınıfa girenler ise bu eksikliğimde kusurları olduğunu düşünürler, “bizler için savaştınız” benzeri bence samimiyetsizlik kokan sözler ederler. Bana acırlar. Onlar savaşı anlayamamıştır, bu hayatta her ne olursa olsun herkes kendi savaşını verir.

Kolumun hikayesini şimdiye kadar yüzlerce kez anlatmışımdır. Başlarda anlatırken zorlanırdım, ilk yıllarda sol kolumdan kalan kısmın sızladığını bile hatırlarım. Bir şeyi böyle defalarca yapmak, herhangi bir şeyde bu denli tecrübeye sahip olmak sizi konu ne olursa olsun o konuda bir usta yapıyor. Kolumun hikayesinde insanların neleri önemsediklerini anladım, nelere üzüldüklerini, ne zaman irkildiklerini, tüylerinin diken diken olduğunu ve tam olarak neleri bilmek istediklerini çözdükten sonra hikayeyi onların aldığı şekillere göre anlatıyorum. Bazen “bu kızcağız daha fazla kanı kaldıramayacak” diyorum içimden ve bir kısmı atlıyorum. Her defasında başka bir hikaye anlatmıyorum, kimseyi kandırmıyorum ama her defasında başka bir hikaye anlatıyorum. Başka bir insan için kurgulanmış, aynı hikayeyi.

Sizlerle son olarak bu fotografı izlerken dinlemeyi en çok sevdiğim şarkıyı paylaşmak isterim. Böylece belki siz de kendi yitirdiklerinize karşı bir saygı duruşu yapmış olursunuz.

http://fizy.com/#s/1gyxe1

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder