28 Ekim 2011 Cuma

56

Gündemimizdeki herkesin işine geldiği gibi, işine gelen kısmını algıladığı, esasında toplumun temellerine kadar işlemiş ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme üzerine söylenecek daha güzel bir söz yok. Sistemin bizatihi kendisi ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme ve tek tipleştirme üzerine kurulu iken sistemin kendi çarpıklıklarından ziyade canının istediği kısmına çemkirenler için güzide bir tavsiye.

27 Ekim 2011 Perşembe

Gelecekten Gerçeğe Dönüş



Geleceğe Dönüş serisi birçok insan gibi beni de oldukça etkiledi. Çocukluğumun sonuna, ergenliğimin başına bir yerlere denk geldi. Vaktiyle, bir kere daha televizyonda gösterileceği zaman dahi önceden planımı yapar, tekrar tekrar seyrederdim. Toplamda sayısız kere, masal dinleyen çocuk gibi izlemişliğim vardır. Geleceğin bana getirdiği şey, bu seriyi cebimbe taşıdığım küçücük bir aletin içine sığdırıp seyretmek, izlenimlerimi olabildiğince insanla paylaşmak. Herkesin hem fikir olduğu gibi, tam bir hayal kırıklığı. 



Yaşım ilerledikçe seri içerisindeki tutarsızlıkları fark etmeye başladım. Bahsettiğim hataları yıllar sonra fark etmiş olmam denyo'luk katsayıma nasıl bir etki yapar karar sizlerin. u tip bir sinema eserinden tutarlılık beklemek oldukça hayalci olsa da, aklıma gelenleri buraya yazmak istedim. 

Serinin ikinci filminde Marty geçmişe almanak götürüp, biraz para kazanmayı ister. Dümeni fark eden yaşlı Biff zaman makinesi ile almanağı kendi gençliğine götürür. 1985'e geri dönünce fark ederler ki, alternatif bir 1985'delerdir. Marty'nin babası ölmüş, Doktor akıl hastanesine tıkılmıştır. Bir şeyler yapılmalıdır. 1955'e gidip almanak'ı genç Biff'den geri almaları gerekmektedir. Hata hata üstüne..

Eğer resimde görüldüğü üzere, doktor akıl hastanesinde ise zaman makinesini 1985'de kim yapacak? Zaman makinesi yapılamayacaksa, yaşlı Biff, genç Biff'e almanak'ı nasıl ulaştıracak? Birkaç farklı yanıt verilebilir. İlki başka bir zaman yolculuğu temalı tv yapımı Lost'tan Daniel Faraday stayla; 

"What happened, happened."

Yani, zaman makinesi bir şekilde bulundu. Bu alternatif zamanın 1955'inde genç Biff'e almanak ulaştırıldı. Sonrasında doktorun hapsedilmesi artık detay. Biff'in zengin olduğu zaman için alternatif zamanlar önemli değil. Olan oldu.

İkinci cevap;  doktor bir şekilde Biff'in zengin olduğu 1985'e kadar salıverildi ve zaman makinesini yine icat etti. Buraya kadar normal, sonrası karışıyor. Doktor zaman makinesini icat ettikten sonra aynı salaklıkların tekrar yaşanmasına izin verdi. Ve almanak yine Biff'e ulaştırıldı. ya da Biff'in zengin olduğu 1985'de Biff zaten almanağı almıştı. yine "Olan oldu" teorisiyle, doktorun aynı salakları yapması ya da yapmaması önemli değil. Her ne kadar kurgu şansını zorlasa da bir açıklaması var ama açıklama açıklaması olmayan bir hata barındırmakta. 

Doktor, Marty, Jennifer ve Einstein kendi 1985lerine döndüklerini düşünseler de alternatif bir 1985'e gelmişlerdi. Yaşlı Biff, gençliğine almanağı ulaştırmış ve her şey değişmişti. Doktor ve Marty bu konuda, doktorun terk edilmiş evinde durumu anlamaya çalışırken Marty "geleceğe gidelim ve kitabı yaşlı adam'dan alalım" dediğinde doktor zamanı çizgi ile anlatıp, artık farklı bir çizgide olduklarını ve o andan geleceğe gittiklerinde Biff'in zengin ve güçlü olduğu geleceğe gideceklerini söyledi. Eğer bu teorisinde haklı olsaydı, yaşlı Biff gençliğine almanağı verdikten sonra, geleceğe döndüğünde Marty, Jennifer, doktor ve Einstein'in var olduğu zamana geri dönemez ve zaman makinesini onların kendi 1985lerine dönmeleri için bırakamazdı. Kurgu bize açıkça yaşlı Biff'in geri geldiğini, bastonunun bir parçasını arabada bırakarak anlatıyor. O vakit Biff 1955'den onların geleceğine geri gelebildiğine ve arabayı bırakabildiğine göre onlar da gelecekte, yaşlı Biff'i engelleyerek kendi zamanlarına dönebilirler. Esasında bunu denemeden geçmişe gitmeleri sadece doktorun düşünsel hatası da olabilir. Zaman makinesini icat eden adamın bu kadar büyük bir açığının olması kabul edilebilir gibi değil. Kurgudaki tek hata ya da doktorun tek salaklığı bu da değil.

Serinin üçüncü filminde, Marty 1955'den doktorun öldürüldüğü 1885 yılına, doktorun 1885 yılında madene gizlediği zaman makinesi sayesinde gider. Doktora öldürüleceğini söyler, ve onu geri dönmeye ikna eder. Tek bir eksiklik vardır, 1955'den 1885'e dönen zaman makinesinin (Buna A diyelim) benzin deposu delinmiştir. benzin olmadığı için çeşitli alengirlere dalıp, Lokomotifle, preslenmiş ya da beslenmiş kütükler yardımıyla saatte 88 mile ulaşmaya çalışırlar. Doktor ve Marty'nin aptalca unuttukları bir şey vardır; Doktor'un 1955'den 1885'e geldiği zaman makinesi (Buna da B diyelim)

1885 yılında iki adet zaman makinesi olmak zorunda. Doktor, B makinesini, 1955'de Marty alsın diye madene gömer, Marty kendi zamanındaki makineyi alıp bir kere daha 1895'e döndüğünde Marty'nin sahip olduğu A makinesidir. Doktorun geldiği ise B. Kolaylıkla B makinesi ile geleceğe dönebilirler. Yeni bir zaman çizgisi yaratacak olsalar da o yeni zamanı oluşturan 1885'e tekrar dönüp, yeterli benzini geri getirip, yeni zaman'dan orjinal zamanlarına dönebilirler. Tıpkı ikinci filmde almanakı geri aldıklarında, kendi orjinal zamanlarına döndükleri gibi. Madende unutulan ya da unutturulan zaman makinesi üçüncü filmin belini büktmekte. 

Bir hata olmasa da eklemek istediğim bir şey daha var. Serinin son sahnesinde doktor, arkadaşı Marty'ye hediyesini vermek için geri döner. Dönmez olsun öyle arkadaş. 1895 yılında tanıştığı Clara'dan iki çocuk peydahlayıp neredeyse çocuklar okul çağlarına gelene kadar arayıp sormamıştır. Denilebilir ki, 1895 yılında tren'den zaman makinesi yapmak uzun yıllar almıştır. Eyvallah, öncelikle, doktor onu son bıraktığımızda zaman makinesinin kötü bir fikir olduğunu ve yok edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Clara kanına girmiş olacak ki, yeni tane yapmış. Diyelim ki, uzun seneler boyu çalışmış beş, hatta yedi sene olsun. bununla da bitmiyor. Arkadaşı Marty öldü mü, kaldı mı merak etmeden önce geleceğe gidip trenini uçar hale getirmiş. İnsan merak etmez mi? Bu genç arkadaşın seni ölümlerden defa defa kurtarmadı mı? Bu tavrı ile doktor benim gözümde bitmiştir. 

Buraya kadar ki kısım geleceğe dönüş hakkındaydı. Böylesine güzide bir hatırayı hata arar gözlerle izleyip tüm büyüsünü kaçırır olmak da gerçeğe dönüş kısmı olmakta. En acı verici kısım işte tam burası. 

15 Ekim 2011 Cumartesi

No more trouble / War


Yılını bulamadığım bir tarihte Bob Marley the wailers ile birlikte pek bilinen eserini, "no more trouble"'lı ya da "war"ı. seslendirmekte. 1976 yılında dinleyicilerine kavuşan şarkı Rastaman Vibration albümünde yer almakta. Albüm Bob Marley'in en başarılı albümlerinden biri sayılmakta, eserin bu başarıdaki payı kesinlikle yadsınamaz. Şarkının sözleri Bob Marley'in otunu çekip kurduğu düşlermiş gibi görünse de oldukça ilginç bir hikayeye sahip.Hikaye biraz karmaşık gibi, neresinden başlamam gerektiğinden emin olamıyorum, aklıma estiği gibi dalıyorum. 

Sol tarafta görmekte olduğunu bay, 1892 doğumlu ve doğumundaki adıyla Tafari Makonnen, sonradan kendisine verdiği ismi ile, Haile Selassiye I, lakabıyla Rasta Fari zamanının Etiopya "İmparator'u" olmakta. Siyahi insanların bir kısmı  için bu bey Afrika'nın doğusunda dünyaya gelip, onların kurtuluşunu sağlayacak Mesihleri olmakta. Siyahi insanların maruz kaldıkları ırkçı ve ayrımcılığı sona erdirecek bu mesih aynı zamanda incili baştan yazaktır. Bu adam, Tafari Makonnen ya da Haile Selassiye I, ya da Rasta Fari'nin ta kendisidir. Bob Marley abimizin kalbindeki inanç da Rastafaryanizm'dir ve kendisi için Haile Selassiye mesih'tir, Jah'ın -yani Rastafaryan'ların tanrısının- yeryüzündeki tezahürüdür.  Sağ üstte görmekte olduğunuz çizim 17 ila 18 yüzyıllar arasında Afrika'da, Etiopya'da çizilmiş bir İsa tasviri. Çizimden yaklaşık 100 yıl sonra doğmuş olan Haile Selassiye I ile şaşırtıcı bir benzerliğe sahip. Haile Selassiye'nin mesih olup olmadığını bir kenara bırakıp, şarkı ile bağına geçelim;

Etiopya İmparatoru, 4 Kasım 1963 tarihinde, New York'ta, Birleşmiş Milletler genel kurulu öncesinde kendi taraftarları için hatırlanası bir konuşma yapar. Bob Marley ve ekibi The Wailers bu konuşmayı az buçuk bestelenebilir kıvama getirip, Reggae ile süslerler ve karşımıza "We Don't Need No More Trouble / War" şarkısı çıkar.

Haile Selassiye'nin konuşmasının orjinal metni şöyledir;

"That until the philosophy which holds one race superior and another inferior is finally and permanently discredited and abandoned; That until there are no longer first-class and second-class citizens of any nation; That until the color of a man's skin is of no more significance than the color of his eyes; That until the basic human rights are equally guaranteed to all without regard to race; That until that day, the dream of lasting peace and world citizenship and the rule of international morality will remain but a fleeting illusion, to be pursued but never attained; And until the ignoble and unhappy regimes that hold our brothers in Angola, in Mozambique and in South Afric in subhuman bondage have been toppled and destroyed; Until bigotry and prejudice and malicious and inhuman self-interest have been replaced by understanding and tolerance and good-will; Until all Africans stand and speak as free beings, equal in the eyes of all men, as they are in the eyes of Heaven; Until that day, the African continent will not know peace. We Africans will fight, if necessary, and we know that we shall win, as we are confident in the victory of good over evil." – Haile Selassie I



Bob Marley ve Ekibine bu şarkı için ilham veren adam her kim olursa olsun, hatırasının önünde eğilmeyi borç bilirim, mesih olduğunu iddia eden biri olsa dahi. Şarkının en çok bilinen, en özenli cover'larından biri, tabii ki bildiğiniz Playing For Change versiyonu. Tam da  ırkçılık karşıtlarının görmek isteyeceği gibi hayatın, insanların, müziğin her rengile bezenmiş, müthiş olmuş. Bir de şu yavşak Bono olmasaymış mükemmel olacakmış.


14 Ekim 2011 Cuma

Cenaze Marşı Cover'ları

Cenaze marşı klasik müziği o anlaşılmaz dili ile Frederic Chopin'in op.35 si-bemol minor no.2 piyano sonatının son bölümü olmakta. Popülerliği, farklı toplumlarca resmi törenlerdeki yaygın kullanımı ile en bilinen klasik müzik eserlerinden biridir denebilir. Bu esere kasvetinden uzakta, müzikal bir çalışma olarak bakabilmek için farklı tonlarda cover'larına bir göz atmanın faydalı olacağını düşünerek, youtube üzerinden kazılarıma başlıyorum;
1) Shawn Lee's Ping Pong Orchestra, "Hooked Up Classics" albümünden bir eser. Cover özünden çok uzaklarda değil, aynı yoğunluk, biraz daha az kasvet bizlere özündeki benzer duyguları cover'layanın notaları ile anlatmakta. Özenli, orjinal'inin müzikal kuvvetinin altını çizmek istercesine hazırlanmış gibi. Bu cover'ın bulunduğu albümde, yine birbirinden muhteşem Rehab, Can't get you out of my head gibi nacizane cover'lar bulunmakta. 

2) Gencimiz eseri iyi bir müzisyenden ziyade iyi bir gitarist gibi cover'lamaya kalkmış. Elinden geldiğince özgün olmaya çalışsa da sanki sınırlı bir alan içinde özgün olabilmiş gibi. Arkadaki rif'in sürekli tekrar edişi bir zaman sonra ben biraz yordu. O rif'i biraz olsun duymazdan gelirsek elindeki enstrümanı olabildiğince verimli kullanmış. Cover'ın ortalarına doğru duyduğumuz temiz tonu keşke biraz daha fazla kullanmak isteseymiş.

3) Bu cover'ımız bir basit makineden, insan elinden çıkma basit bir makine ile, müzik kutusu benzeri bir aletin performansı ile dinliyoruz. Çok sesliliği oldukça başarılı. 
4) Beynelmilel filmindeki yorumu karşınızda. Bana cenaze marşının esasında müzikal olarak özel bir eser olduğunu fark ettiren yorum işte budur. Üzerine itina ile işlenen uzun hava müziğin evrenselliğine dair mithiş bir kanıt. Bence, cenaze marşının bu yorumu resmi olarak ülkemizde kullanılsa orjinalinden çok daha etkileyici, güzel ve yerinde olur.

Cenaze ve Marş deyince bu sahneye pas atmadan bitirmek ayıp olurdu.

10 Ekim 2011 Pazartesi

1973

Bundan 38 yıl önce dünya bambaşka bir yerdi, üzerindeki hayat bugünküne göre oldukça farklı olmalıydı,  Bundan 38 yıl önce yeryüzünde yaşayan insanlar 38 yaş gençtiler. Şu anda 38 yaşından genç olanlar, yeryüzünde yoktular. Üretiminden, yönetimine, sanatından sporuna devraldıkları dünya şu an onlar için sadece geçmiş, olmuş ve bitmiş. Bugünün uyuşturucu etkisi yarınların uyutucu etkisi ile birleşip insanlara sadece bugün hayat varmış ve gelecekte olacakmış gibi hissettiriyor. Sadece onlar var, geçmiş hatırlanmaya değmez, gelecek zaten bilinemez. Hikayeleri yok olmaya yüz tutmuş onlarca küçük insana bir göz atıp, bizlerin yok olacağı günleri  tahayyül etmeye çalışalım.
1973 mode Peugeot 304 Cabriolet, 1970-1975 yılları arasında üretilen bu araç 18.600 küsur satıldı. On binlerce insan bu araç ile seyahat ettiler, hikayelerinde bu araç yer da aldı. Unutulmayan hikayeler bu aracın içerisinde yaşandı, kilometrelerce yol bu aracın yardımıyla alındı. İnsanlar 150km/saat maksimum hızı ile heyecanlandılar. Kimileri o hızda seyahat ederken öldüler. Kimileri çizilen kaportaları için üzüldüler. Kimileri bu araç ile ilk randevularına gitmişlerdi, bir zaman sonra, aile sahibi olduklarında ellerinden çıkardılar ve yeni araçlar aldılar. Kimileri hep düşlediler ama alamadılar. 

1973 mezunlarının mezuniyet fotoğrafları, bu çık giyimli gençler içlerindeki yaşama sevinci ve bol umutla poz vermekte olmalılar. Herkesin üniversite sonrası hayalleri gerçek olmalı bekliyordu. Acaba kaçı istediği hayatı yaşayabildi? Kaçı hala nefes alıyor? Kaçının derin pişmanlıkları yok? Kaç tanesi için geçmiş ya da özel olarak bu fotoğrafın çekildiği an sisli bir muğlaklığın yuttuğu hazin bir gerçeklikten öte bir şey değil? Kaç tanesi hala arkadaş? Kaç tanesi bugünkü aklı olsa okulu yarıda bırakıp başka şeyler yapardı? Kaç tanesi "değdi" diyebiliyor acaba?
Nisan 1973, İstanbul boğazı, Boğaziçi köprüsü inşaatı devam etmekte ve muhtemelen insanlar hayretle inşaatı takip etmekte. Köprü üzerinden geçen her insanın en az bir kere merak ettiği "Acaba nasıl inşa edildi?" sorusunu canlı izleyen insanlar bundan takriben 35 yıl önce var olanlardı ve bu insanlar devletin "sadece maliyeti çıkana kadar paralı, sonrasında köprüden geçişler bedava olacak" yalanına da kananlardı.

1973 yılında Şili'de iktidara gelen diktatör Augusto Pinochet'i selamlayan askerlerden kaçı bu selamından utanıyordur? Belki kimileri yaşlılığın getirdiği muhafazakarlıkla Pinochet'ye inanıyorlardır. Acaba kaç tanesi gerçekten seçme şansları olmasaydı, bu itaatkar selamı vermekten cayardı? Bu karede askerlik süresi boyunca ya da ayrıldıktan sonra Augusto Pinochet'ye karşı direnenler de var mıdır? Pinochet'nin göz altına alıp kaybetmeyi başardığı 180.000 insandan belki birkaç tanesi buradadır, belki de o insanları kaybedenlere bakıyoruz. 

Şimdi tüm bu insanlar, tüm bu hikayeler sadece tarih, hatta tarih bile denemez, tarihi oluşturan detaylar. Peugeot 304 Cabriolet'i ve önemini anımsayan insanlar da yok olma sırasına girmiş durumda. Meçhul üniversitenin meçhul mezunları aynı sırada beklemekteler.  Boğaz köprüsünün üçüncüsü yapılacak, Pinochet öldü, bıraktığı acıların ve utancın silinmesine biraz daha var.

7 Ekim 2011 Cuma

İsa'lar Geçidi

Yeryüzünde birbirinden bu kadar farklı ve değişik görünüşleri ile resmedilen tek kişi İsa olmalı. Eriştiği her kültür ile adeta tekrar var oluyor. Solda gördüğünüz Suriye Hristiyanlarına, Sağdaki ise, Amerikan yerlilerine ait birer İsa tasviri. İsa sadece ulaştığı coğrafyanın giysilerine bürünmüyor. O coğrafyanın yüz hatlarını, ten rengini bütün özelliklerini alıyor. Bu tasvirlere bakan kişinin İsa ile daha kolay özdeşlik kurabilmesine yardımcı olmak için, İsa'nın bir yabancı gibi görülmemesi için şekilden şekle, renkten renge, boydan boya ve huydan huya bürünmekte.


İkinci sıra İsalarından solda gördüğünüz, her ne kadar sıradışı da olsa, evet, zenci bir İsa.  Bu tasvir gerçek İsa'yı tasvir ettiği iddiasında değil, Vincent Barzoni adında birine ait bir ilüstürasyon ya da montaj ancak İsa'yı siyah tasvir edenler ve hatta İsa'nın siyah olduğunu iddia edenler de olmuş, göreceksiniz. Sağımızdaki tasvir ise Mormonların İsa'sı. Del Parson adındaki Amerikalı bir ressama ait, 1992 yılına ait bir çizim. İsa uzun saçlı, sakallı, iri kırım resmedilmiş.

Solda gördüğünüz İsa oldukça tanıdık olmalı. Evet, Hagia Sophia ya da Ayasofya'daki İsa tasviri, 6. yüzyıla ait bu tasvirin oldukça büyük bir önemi var. Öncesindeki İsa tasvirlerinde birlik, bütünlük yoktur. Bu tasvirden sonra  İsa yaygın olarak  uzun saçlı, sakallı olarak resmedilmeye başlanmıştır. 

Konstantinapolis ve Konstantin'in Hristiyanlar için önemi tartışılmaz. Hristiyanlığın bütün Avrupa'ya, oradan Afrika'ya, Asya'ya, Amerika'ya ve her neredeyse oraya yayılabilmesini sağlamıştır. New York'daki özgürlük anıtını içine sığdırabileceğimiz bir kubbeyi 6. yüzyılda inşa ettirerek Konstantin, bu büyük değişimin işaretlerini vermiş diyebiliriz. 6. Yüzyıl öncesi İsa'larına biraz göz atalım;

Solda ilginç mozaik, Roma zamanından, milattan sonra 400'lü yıllardan kalma. İtalya'nın orta kesiminin batı kıyısında, Akdeniz'de bir liman kendi olan Ostia'da bir villanın duvarında bulunmuş İsa tasviri. Sağ tarafta gördüğünüz ise Ostia'ya göre biraz daha kuzey'de, Akdeniz'e doğudan kıyısı olan Ravenna kentinden, 500-526 yılları arasında yapılmış olduğu tahmin edilen bir isa tasviri, görüldüğü üzere İsa'nın sakalı yok, saçları çok kısa değil ama omuzlarından da dökülmüyor. 

Solda gördüğünüz 8. yüzyıl İrlanda'sına ait bir İsa yine uzun saçlı ama bu kez sapsarı, yine sakallı ama bu kez sakalları turuncu. Tasviri seyir eyleyecek insanların kendilerini İsa ile daha kolayca özdeşleştirebilmeleri için özenli bir çalışma gibi görünüyor ama sağdaki İsa, İrlanda İsa'sından iki yüzyıl önce, yani 6. yüzyılda yapışmış ve çok daha başarılı. İsa bu kez siyah saçlı, buğday tenli bir orta doğu insanı. Pek muhtemeldir ki, diğer çok fazla tahminden aslına daha yakın. yine 6. yüzyılda Ayasofya'daki tasvire üslup olarak fazlasıyla benzese de, Ayasofya'ya göre daha koyu tenli, koyu renk saçlara ve sakala sahip, tıpkı bu tasvire bakacak insanların saçları gibi. 

Solda, Atina'daki "Daphne Church"de bulunan burnuna kötü kokular gelen isa tasviri figürün duruşu ile ilginç. İsa tasvirlerinde durgunluk, naiflik, alçak gönüllülük esasken bu İsa gayet memnunsuz ve kızgın görünmekte.1090 yılına ait tasvir belki de dönemin siyasi şartları gereği kızgındır. Sağdaki İsa ise 80 yıl sonra Rusya'da yapılmış, ne olduysa, hala kızgın. Belki bu kızgın İsa tasviri Ortodoks Hristiyanlıkta daha sık görülebilen bir durumdur.  Bilemedim.


Yanda gördüğünüz, on iki havarisinin on ikisinden de baymış İsa tasviri milattan sonra 1100 yılından, Barcelona'dan. İsa yine uzun saçlı ve sakallı ama bu sefer saçlarındaki dalgalar ya da kıvırcıklıklar coğrafya insanının isaya etkisi olarak kabul edilebilir. Tasvirin renkleri bile Rusyadakinden, Ayasofya'dakinden İtalya'dakilerden daha çeşitli, sanırım buna da bir kültürel fark diyebiliriz.




Sağda görmekte olduğunuz ise Türk İsa'sı. İnançları doğrultusunda İsa'yı melekler eşliğinde göğe yükselirken, resmetmişler. Sadece İsa'nın değil, meleklerinde Orta Asya insanı yapısına sahip olması, buradaki İsa'nın tasviri yapanlarla bağını özdeşleşmeden ziyade, bilinen insan formu ile resmetme isteğinden gelmekte olmalı. 







Solda gördüğünüz yarı çıplak sakalsız tasviri 1506 yılında Raphael'in elinden çıkma. Sağdaki pijamasıyla uçan İsa da 1518 yılında yina Raphael'e ait. İki isa arasındaki fark sadece sakal değil. 1500'lü yıllarda İsa'yı resmetmek büyük bir sorumluluk olmalı, 12 yıl arayla aynı sanatçı bu sorumluluk karşısında başka beklentilere yanıt vermek için, başka İsa'lar çizebiliyor. Benim için, gayet anlaşılabilir bir durum. 



17. ila 18. yüzyıl arası Etopya'sından bir isa tasviri. Tasvir bir tapınaktan, Etopya'nın siyah insanlarına beyaz bir tanrıyı kabul ettirmek muhtemelen daha zor olacaktı. Bu yöntemi beyaz adam mı akıl etti, yoksa yerli halk mı İsa'yı siyah olarak  görmek istedi, bilemiyorum. Nihayetinde, uzun saçını kestirdi, sakalını düzeltti. Siyah deriye ve o coğrafya'nın renklerine büründü. Etopya'lıları da kurtarmak için elinden geleni yaptı.


Bu ise, bilimin İsa'sı, nasıl olduğunu hiç merak etmediğim bir şekilde yüzü yeniden yaratılmış, ortaya çıkan sonuç bu olmuş. 



5 Ekim 2011 Çarşamba

Yeryüzünün En Büyük Tüzel Varlıklarından; Çin Komünist Partisi

"Ain't No Party Like the Communist Party"


80 milyon'u aşkın üyeye sahip organizasyon için mütevazi sayılabilecek bir toplantı salonunu izlemektesiniz. Milyarı aşan bir ülkede var olan siyasi bir organizasyon için 80 milyon ne kadar makul bir rakam onu bilemeyeceğim. Çin Komünist Partisi şüphesiz ki, yeryüzündeki tüzel varlıklar içerisinde iç ilişkilerini, kağıt üzerinde ve kağıt üzerinde olmayan teamüllere bağlı yapısını, bilinen ve bilinmeyen gücünü, ne kadar anlayışlı, ne kadar ilkeli olduğunu en çok merak ettiğim organizasyon. 

Birey'den güçlü her organizasyon gibi, var ettiği tüzel zihni, varlığı ve gücüyle iplerini insanların ellerinden çoktan kurtarmış olduğunu tahmin ediyorum. Tıpkı ülkelerce büyük çok uluslu şirketlerin yöneticileri gibi, Çin Komünist Partisi içerisinde de bireyin tasarrufu ile partinin yanlışından doğruya yönelme ihtimali, yine partinin tüzel gücü sebebiyle kimsenin mutlu olmadığı yanlışlara saplanma ihtimalinden daha küçük olmalı. 

Sosyalliğimiz bizleri tüzel varlıklarla yaşamaya zorunlu kılıyor. Bizler her ne kadar tüzel varlıkların insanlarca var edilmiş, insanlarca yönetilen, insanlarca sona erdirilebilecek oluşumlar olduğunu düşünsek de pratikte tüzel varlıkların bir süre sonra özgürlüklerini insanların ellerinden kazandığını düşünüyorum. 

Bireyin kendi iradesi ile tasarruf kullanabilme eşiği tüzel varlık büyüdükçe zorlaşıyor, bu yolla tüzel varlık içerisinde mevki sahibi olabilmek için insanların kendilerinden feragat edip ehven-i şer'e eyvallah çekmeleri gerekiyor. Buna kolaylıkla alışılıyor, aksi halde yönetim ya da mevki durumu daha kötüye götürecek insanların eline geçebilir. Bu ihtimal insanları istemedikleri şeyleri de layıkıyla yapmalarının önünü açıyor. 

Tüzel varlıklar başlangıçlarını tamamıyla insan zihnine borçlular. Tüzel varlığı oluşturan insanlar alanlarında ne kadar başarılı, bütüncül bakış açısına sahip entelektüeller de olsalar, hayatın o tüzel varlık karşısına çıkarabileceği her istisnaya yanıt verebilecek kişilikler oluşturmaktan fazlasıyla uzak kalıyorlar. Bunun ana sebebi oluşacak durumun istisna mı, yoksa suistimal mi olacağının önceden kestirilememesi. Bu durum tüzel varlıkları fazlasıyla katı ve acımasız kılıyor. Hayatın oluşturabileceği her duruma yanıt verebilecek kadar bütüncül bir organizasyonu, bir milyardan fazla insanı yönetmek için var olan, seksen milyonluk kitleden oluşan tüzel varlıktan beklemek saflığın dahi açıklayamayacağı bir durum. 

İnsanlar, bu açmazlar sayesinde, daha iyi yaşamlar sürebilmek için var ettikleri tüzel varlıkların köleleri haline geliyorlar. Tıpkı resimde gördüğünüz gibi, birey için var olan tüzel varlık için bir süre sonra birey sadece kendisini oluşturan elementten öteye gidemiyor. Özgürlüğünü ilan eden tüzel varlık, yine o bireylerin elleri ile, dilleri ile, zihinleri ile var olsa da hepsinden bağımsız bir etki ile kendi varlığını en etkin şekilde sürdürebilmek için yapması gerekenden bir adım geri atmaz hale gelebiliyor. İşte Frankenstein böyle yaratılıyor. 

Hayat her koşulda hikaye üretmeye devam ediyor. Kimi hikayeler bizleri olmasını istediğimiz dünyada yaşayabilmek için umutlandırıyor.  Her kaidenin istisnası mevcut, ancak çok az kaide için istisnalar yel'in kayadan toz almasından öte etkiler yaratabiliyor. Daha fazla etki olacaksa da, yel ile birlikte, tüzel varlığın büyüklüğüne göre kimi zaman onlarca, yüzlerce insan ömrü uzunluğunda yağmurlar, depremler gerekiyor. Yalnız başına yel sadece ders alınası hikayeler üretiyor. 




Gördüğünüz küçük kırmızı kitap, "Küçük Kırmızı Kitap" olarak biliniyor. Mao Zedong'un düşüncelerinden kısa alıtnılar içermekte. Mao'nun iktidarının son döneminde ortay attığı kültür devrimi sırasında kitaba sahip olmak ve okumak bir vatandaşlık göreviymiş denebilir. Kitap, tüm zamanların en çok basılan kitapları listesinde batılı kaynaklara göre İncil'den sonra 800 milyon kopya ile ikinci kitap olarak kabul görse de, Çin'deki kaynaklardan, bu kitabın 5 ila 6,5 milyar adetleri arasında baskı yapıldığı iddia edilmekte. Bu eylemi ya da projeyi  sadece  Mao'nun tasarrufu olarak görmek kanımca pek makul değil. İşte bu proje ile tüzel varlık, bireylerin zihnindeki yerini kuvvetlendiriyor, kendisini var eden insanların elleri, dilleri, zihinleri yani varlıkları ile kendisi için çalışmaya devam ediyor.