7 Temmuz 2012 Cumartesi

Fizikçiler Dünyayı Bozdular



Evet, fizikçiler dünyayı bozdular. Epey zaman önceydi, haber bültenleri Cern'deki deneylerin evreni yok etme ihtimali olduğunu söylüyorlardı. CERN'den yapılan açıklama bu ihtimalin her saniye var olduğunu, yeni bir riske sahip bir şey yapmadıklarını söylüyorlardı ama bir şeyler ters gitti. Bir yerde hesap hatası yaptılar, bir şeyler oldu. Nasıl olduğunu bilemiyorum, açıklayamıyorum, nasıl olur da fark etmezsiniz anlayamıyorum; hep aynı günü yaşıyoruz.

Bu saçmalığın ne zaman başladığını bilmiyorum. Elbet ben de bir "dün" anımsıyorum, o dün hiç değişmiyor. Bugün hep aynı bugün. günlerdir aynı bugüne uyandığımızı insanlara anlatamıyorum. Dün de bugündü, evvelki gün de. Gece olup da herkesi uyku bastırdığında tek tek yataklarımıza gidiyoruz, uyuyoruz. teoride zaman geçmeye devam ediyor ama aslında uyuduğumuz güne uyanıyoruz. Dünya tek bir gün içinde sıkışmış, ilerleyemiyoruz. Son zamanlarda içinizde büyüyen, yenice bir sıkıntı sezmediniz mi? işte bu yüzden, sürekli aynı günü yaşadığımız için.

Kimle konuşsam sizin söylediğinizi söylüyor, "dün tabii ki vardı, 1 hafta önce şunu yapmıştım, beş gün önce şurdaydım" itiraz etmiyorum ki! Dünlerin yalan olduğunu söylemiyorum. bir de şöyle deneyeyim;
 sabah yataktan isteksizce kalktınız, bir şeyler yediniz, bir yerlere gittiniz, çalıştınız, yattınız, oturdunuz, gezdiniz, üzüldünüz, eğlendiniz ve akşam oldu. Zihninizi uykuya teslim ettiğinizde bir şekilde zaman kendini başa alıyor, o sabahki şartlarda kendini sıfırlıyor. o gün yeniden başlıyor, işte bu yüzden dün var. İnsanlar zamanın kendini sıfırlamasını anımsayamıyor. Ben yeni fark etttim, Teomanın yıllar önce gudik şarkılarından birinde söylediği gibi "dün de yok, yarın da yok, sonsuz bir şimdi içinde nefessiz kaldım" dediği gibi hep aynı günü yaşıyoruz.

Aynı gün olsa da farklı şeyler yapabiliyorsunuz. Günün birinde yalnız kalıyorsunuz, başka bir versiyonunda arkadaşlarınızla görüşüyorsunuz. Sadece gece uykuya yatınca yine aynı güne kalkıyorsunuz. Heh! güzel bir kanıt buldum. işte bu yüzden hep aynı kitabı okuyorsunuz, ilerleyemiyorsunuz. Gün sıfırlandığı için okuduklarınızı anımsamıyorsunuz. Elinizdeki kitap ne kadar uzun süredir elinizde değil mi? Bitmiyor. Haftalar olmuş gibi, evet, bu his size söylemek istediğimi anlatmaya yardımcı olabilir.

Acaba ölenlere ne oluyor, nasıl oluyor da ölü bedenleri aynı güne uyanıyor? Demek ki iş sadece aynı yatakta, günlerce aynı güne uyanmak demek değil, çok daha karışık.

Durumun vehametinin farkına vardıklarını tahmin ediyorum. Bir şeyler yapıp bu açmazdan çıkmamızı sağlayacaklardır. Bunu en kısa sürede başarmalarını umuyorum. Size sevgilerimi gönderiyorum. yarın yine bu yazıyla karşınızda olacağım, bir sonraki gün de, bir sonrakinde de... sorun çözülene dek. Umarım daha kötüsünü yaşamayız.

5 Temmuz 2012 Perşembe

Sahipsiz Mektuplar I

DİKKAT; Bu mektup muhtemelen sizin için yazılmadı. Lütfen başkasına ait mektubu okumayınız!

Sevgili G.

Görüşmeyeli epey zaman oldu, nasılsın? Birbirimizi birkaç gün görmeyince karşılıklı anlatacak onlarca hikaye ile susmaksızın konuştuğumuz, dipsiz kahkahalarda yorulduğumuz günlerden bugünü görebilseydik inanamazdık değil mi? Artık barıştığın kederinle gülümseyen yüzün gözlerimin önünde gibi. Yalan söylemediğimi biliyorsun ne olsa.

Bunca zaman sonra sana neden bir mektup yazmak istediğimi merak edebilirsin, hakkındır. Bunu bugüne kadar yazmamış olmanın suçluluk duygusunu biraz olsun dindirebilmek için yazıyorum. Eminim ki, bir gün, bir şekilde mektubum ellerine uzanırsa, zarfı buruk bir heyecan ile açsan da, içinden bir sesin "Zafer'in bunu yapacağını tahmin etmeliydim" demesiyle için biraz olsun ısınacak. Hayatın erittiği, buharlaştırıp yok ettiği sayısız şeye karşı bir şeyleri içimde koruyabildiğimi kendime ispat için yazıyorum, bunu senin de bilmeni, görmeni, arkadaşınla gurur duymanı istiyorum.

Sen gittikten sonra, tahmin ettiğin gibi, çok şey değişti. Bizim zamanımızın sokaklarından o kadar az iz kaldı ki, sorma. Önlerinden her geçtiğimde geçmişin yarasını bir kere daha sızlatan dükkanlar birer birer yok olmaktalar. Ben zihnimin bir kenarında seninle var olduğumuz mekanların birer kopyasını yaşatmaya çabalıyorum ama dünyanın mesajı açık ve net; bizim zamanımız sonlanıyor, artık yeni otların yeşerebilmesi için  anılarımızı sakladığım onca yer yavaş yavaş çürüyor, toprağa karışıyor. Yaşamın kendini yenileyebilmesi için bir nevi zorunlu bir fedakarlık bekliyor.

Umarım sen olduğun yerde mutlusundur. Nerede olduğunu bilmiyorum. Bildiğim bir şey var, şu an bulunduğun yerde, benim hiç ama hiç sevmeyeceğim insanlar ile öyle bağlar kurmuşsundur ki bir gün ben de yanınıza gelirsem o insanların yanında yabancılık bile çekmem. Senin yerinin bu yüzden vazgeçilmez, yeri doldurulmaz olduğunu anlayalı çok olmadı. Sen benim insanlara açılan kapımdın, senin yanında insanlar daha insan görünüyordu, daha tahammül edilebilir, daha sevecen, daha olumlu, daha bilge.

Yokluğunda sana vermiş olduğum sözü asla unutmadım. Gidişinle bana verdiğin hayat dersini çerçeveletip zihnimin en görülen yerine astım. Senden sonra hayatımı iki kişi için yaşıyorum. Sen gittin gideli içimde senden ödünç aldığım parçama özenle bakıyorum. Ona hala çok bilmişlikler taslayıp yeni şeyler öğretiyorum. İtiraf ediyorum sayısı azalıyor ama bazen ben tamamen susuyorum (evet, bazen de olsa bunu becerebiliyorum) ve sözü tamamen içimdeki sana bırakıyorum. Onun için de yaşıyorum, onun istediklerini de yapıyorum. Hayat bana bu sözümü unutturabilmek için sonsuz dolaplar çeviriyor, aldırmıyorum. İnsanlar bilmedikleri bu yanıma kast ediyorlar, onlara izin vermiyorum. Baksana hatıralarımızın sindiği duvarları yıkıyorlar, zihnim bana ihanet ediyor kimileyin sana dair detayları unuttuğumu fark ediyorum. Kendime kızamıyorum, çocuksu bir mahcubiyet duyuyorum, diyorum ki; ne olsa bu yaptığım yamuğu öğrenemeyecek, bana bozulamayacak. Al işte, bunu da itiraf ettim ya. Cezam neyse bekliyorum.

Bunca sözden sonra itiraf etmeye gerek var mı bilmiyorum ama seni çok özlüyorum. Kötü havalar gibi eninde sonunda, en mutlu olmak istediğimiz günde bile yaşama hevesimizi zehir eden hayatın bin bir türlü acısına karşı  mantık sınırlarının dışında bir umursamazlık ile saçma sapan yerlerde, saçma sapan şeyler yaparken, saçma sapan şeyler üzerine konuşmayı çok özlüyorum. İnsanlar bunun nasıl bir terapi olduğunu hala bilmiyorlar ya da beceremiyorlar ya da becerebiliyorlar ama ben onların dilinden anlamıyorum. Böyle durumlarda sana ihtiyaç duyuyorum. İçimde senden ödünç aldığım parçamı sakladığım kutusundan çıkarıyorum. Ellerimin arasında özenle tutuyorum, onunla konuşuyorum. Yetmiyor ama alıştım.

Bir gün, tekrar görüşmeyi çok isterim. Sen benim nerelerde olduğumu çok iyi biliyorsun. Yolun düşerse mutlaka beni ara, beni bul. Seninle yeniden konuşalım. Zamanın değiştirdiği yüzlerimizde vaktiyle yollarımızı ayırdığımız dostlarımızı arayalım karşılıklı. Bulamayacağımızı biliyorum ama bazen anlık gülümsemelerde, bir an için sihirli bir kapı açılacak, o kapıdan gelen ışık gülen yüzlerimize çarpacak ve o ışıkla biz, artık yitirdiğimiz dostlarımıza kavuşacağız. Sadece bir an için, ama olacak. Kapı kapanınca gerçeğin soğuk rüzgarı esmeye devam edecek.

Umarım bu çağrımdaki samimiyetimi sana aksettirmekte başarılı olmuşumdur. Kendine iyi bak, etrafındakilere, sevdiklerine iyi bak. Sen de bıraktığımız gibi yaşayamıyorsundur ancak bir süre önce, seninle birlikte hayatı nasıl yaşadığımızı da unutmamışsındır ne olsa. O zaman umut vardır.

Bir gün, bir yerde, tekrar görüşmek üzere.

Dostun,
ZaferBey'Zade