21 Temmuz 2011 Perşembe

Silinmiş Öykü



Sahilde yatan bu cesedi fark ettiğimde ona epeyce uzaktaydım. Bomboş kumsalda yapayalnızdı. İnsanlar gibiydi; olmak istedikleri, ait olduklarını düşündükleri yerlere bu kadar yakın ama bu kadar ıskalamış. Beklemediğiniz bir yerlerde karşınıza çıkan bir anıt gibi, olmuş bitmiş bir şeylerin simgesi gibiydi.  Yazık ki bu anıt, bizlere neyin anıtı olduğunu anlatan, kitabeden yoksundu.

Gemiyi seyrettikçe onu, tam da buraya, birisi tarafından, mesaj vermek için bırakılmış olabileceğini düşündüm.  Denizin bitip kumsalın başladığı yerde, şans eseri önünü bana dünmüş, hafif yan yatmış hali ile özenle yerleştirilmiş ve geriye kalan her şey sadece onu daha ihtişamlı göstermek için orada gibiydi.

Yanına yaklaşırken bu geminin hikayesini düşündüm."Belki de, haklıyım" dedim. Bir film için, belki bir belgesel film için ya da bir fotoğrafçı onu tam da buraya, bu haliyle yerleştirmiştir. Geminin oturduğu zemine vuran dalgalar bu söylediğime dair her izi itinayla kazımışlardı. Geminin etrafında attığım ilk tur boyunca etrafında bir iz aradım, taşındığını gösteren bir iz. Bulamadım.

Bu gemi derin sularda batmış olamazdı. Kimse onu derin sulardan çıkarmak ve buraya yerleştirmek için uğraşmış olamazdı. Etraflıca incelediğimde üzerindeki pasın dağılımı bana geminin tamamen batmamış olduğunu anlattı. Batan gemilerin denizlerde balıklara yuva olduğunu duymuşsunuzdur. Keşke onu sahilin kenarında, denize santimetrelerce uzaklıkta yatıracaklarına balıklara yuva yapsalarmış diye düşündüm. Kimsenin böyle saçma bir maksat için çaba göstermeyeceğini kabul ettim.

Vaktiyle bu cesede denizlerde yön veren kaptan kimdi merak ettim. Yaşlı bir adam olmalıydı. Öyle zengin değildi. Eskinin bıçkın denizcisi biriktirdiği tüm parasıyla bu gemiyi almıştı. Kirli, eski ama hala dayanıklı bir paltosu olmalıydı, kahverengi. Çok konuşan bir adam olamazdı. Yeri geldiğinde konuşurdu. Mutluluğun her zaman bir şeylere rağmen olabileceğini biliyordu. Fırtınalara aldırmaz, bir türkü söyler, şarabını içerdi. Evli değildi. Çocukları yoktu. Yaşlı adamın tek varlığı bu önümde yatan ceset olmalıydı. Kim bilir gözü gibi baktığı ekmek teknesini bu hale getiren olay ona ne zararlar vermiştir? Belki maddi, belki manevi..

Birkaç kişilik tayfası olmalıydı. Hepsi gariban çocuklarıydı. Çoğunun gidebileceği bir yer yoktu. Geminin demirlediği liman yakınında, kaptanın ayarladığı küçük bir kulübede kalıyor olmalıydılar.  Bütün tayfanın, her gün denize gecenin kör saatinde çıkıp, insanüstü bir gayret ile çalışabilmek için bir nedeni olmalıydı. Bu nedenler insanları hayata bağlayan umutlardır. Kiminin uzaklarda da olsa aklından çıkarmadığı ailesi vardır, kimi başka maceralarda rol kapabilmek için para biriktirmeye uğraşıyordur. Kimbilir, belki içinden biri ya da birkaçı denize bir metreden daha yakın ama ölümüne uzak yatan bir gemi misali hayallerine uzaktırlar ve onlara erişme hevesinden feragat edeli çok olmuştur. Öylesine yaşıyorlardır, beklentisiz. Her Allah'ın günü amaçları güneşi batırıp uyuabilmektir.

Geminin en üst kısmındaki delikleri fark ettiğimde dehşete düştüm. Kurşun delikleri olmalıydılar. Yoksa o babacan kaptan ve gariban tayfası balıkçılık değil de kaçakçılık mı yapıyorlardı? Belki yakın bir ülkeden gizlice kaçak mallar sokuyorlardı ya da uyuşturucu ticareti ile ekmeklerini kazanıyorlardı. Eğer öyleyse başka ve daha güçlü, daha kirli bir adam için çalışıyor olmalılardı. Sahil güvenliğe yakalandıkları anı düşündüm.Kaçabilirler miydi? Ölümden korkmadan çarpışmışlar mıydı? Belki de sahil güvenlik, kıyı emniyeti falan değildi çatıştıkları sadece rakip başka kaçakçılar onları yok etmek istediler.

Kurşun deliklerinin beni getirdiği bu konuları hiç sevmedim. O yiğit kaptana ve gururlu tayfasına konduramadım. Delikler, gemi battıktan, denizden çıkarıldıktan ve buraya yerleştirildikten sonra, şehirden uzakta, içlerindeki hayvani şiddeti başlarına dert almadan ortaya dökebileceği yer arayan şehirli gizli haydutlara aitti. Onların ne canlıya, ne cansıza saygısı yoktu. Buraya geldiklerinde delik açacak bir şeyler arıyorlardı. Bu garip cesette açtıkları her delik ile silahlarının ölümcül güçlerine sanki kendi kolları, vücutları sahipmiş gibi hissediyorlar, hissettikleri güç ile kendilerinden geçiyorlar olmalılardı. Onlar için üzüldüm. Şu derin sessizliği mermi sesleri ile yırttıkları anı düşündüm. İçim acıdı.

Geminin üzerine çıkıp bir iz aradım. Herhangi bir iz. Öyküsü hakkında bana ipucu verecek, hangi ihtimalin gerçek olduğunu bana söyleyecek bir şeyler. Unutulmuş bir nesne, dolaplarda kalmış bir kutu, belki bir sandık,  bir giyisi parçası, bir gözlük, pipo, şapka... Hiçbir şey yoktu.

Deniz belki yiğit kaptana ve tayfasına acımadığı için, belki gözlerini para hırsı bürümüş birkaç kaçakçının öyküsünün hatırlanmaya değmeyeceğini düşündüğünden, bu geminin öyküsünü yutmuştu. Aklıma gelen her ihtimalin sadece benim gemiye atfettiğim saçmalıklar olduğuna kanaat getirdim. Bir zamanlar tam da bu üzerinde olduğum cesedin delikanlı heyecanıyla dalgalarla oynadığı günlerde, bu cesetle birlikte var olmuş her insan için, onların deniz tarafından silinmiş hatıraları hatırına denizi seyredip bir sigara içtim. Ve ona veda ettim.

http://youtu.be/5XFk0mlqmYg

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder