İki farklı fotoğraftaki iki beyefendi insanın uzayla imtihanının iki önemli figürü. Sol tarafta Dünya’dan çıkıp uzaya ilk çıkan kişi, bir Sovyet vatandaşı Yuri Gagarin, hemen sağında ise Apollo 11 ile dünya dışında bir yere ilk ayak basan ekibin simge üyesi, ABD’nin Uzay yarışındaki başarısını ilan edenlerden Neil Armstrong.
Dünya’nın dışına çıkmak, Ay’a gitmek insanlığın gelişim endeksiyle ilgili kulak dolgunluğu olan 2000’li yılların insanları için basit birer klişe. Artık Uzay yolculukları çoğumuz için birkaç vakitte bir ana haber bültenlerimizdeki birkaç dakikadan ibaret, gündemin zayıf haberlerinden, bizi ilgilendirmiyor sanki. 1960’lı yılların insanları içinse belki aklın almayacağı genişlikte bir haber ya da gerçekleştirenleri tanrılaştıracak kadar önemli bir başarı.
İnsanlık, varlığını homo sapiens sapiens’lerden başlatırsak, altmış bin yıllık uğraşıyla, kendi seçtiği zaman birimi ile milattan sonra 1960’lı yıllarda bir zinciri daha kırdı İçinde doğduğu, büyüdüğü kabına sığmamakta kararlıydı. Dünyanın dışına yolculuk kitleleri en çok etkileyenlerden biri değildi denebilir mi? Bunu böyle değerlendirmek insanın dünya dışı tecrübelerinin getirilerini tahmin edebilecek vizyonumuzun noksanlığı olmalıdır. Uzun vadede bu yolculukların insanlığa getirileri, tek kıtanın keşfi ile insanlığın yaşadığı dönüşümlerle karşılaştırılmasıyla anlaşılabilir.
İnsanın, ne kadar kabul gördüğü belirsiz, bir ilkesi var. Aile içi tartışmalar aile içinde kalır ve dışarıdaki insanlarla, eğer rüştlerini ispatlamamışlarsa, paylaşılmadan halledilir. Tabii ki bu ilke her insan tarafından kabul edilmek zorunda değil, ancak insanlık ailesinin zorunlu ikametgahı dünyasından dışarıya giderken üzerinde taşıdığı simgelerin sadece ve sadece devletlerine ve uzay yarışının taraflarına ait olması üzüntü verici. Fotoğraftaki iki beyefendi de kendi tercihleri dışında ülkelerinin simgeleriyle gittiler ve geldiler. Gagarin kaskındaki CCCP harfleriyle temsil ettiği değerleri Dünya’nın dışına taşıdı. Öncesinde Sputnik ya da Voskhod ile insansız uzay aracından yayınlanan marşlarını meclislerinden dinleme şerefine erişmişlerdi. Şüphesiz bu lütfün o dönemin insanları için manası bizim için zaman yolculuğuna ya da ışınlanmaya şahit olmak kadar unutulmaz ve paha biçilmezdi. Armstrong daha da ileri gitti ve insanlık tarihinde ele geçirmek manasıyla bilinen bayrak dikme eylemini insanlığın ortak simgelerinden biri olan Ay’ın üstünde gerçekleştirdi. Yazık ki insanlığa dair Ay üzerinde kalanlar sayısız ayak izi, ay örümceklerinin kalıntıları ve bir amerikan bayrağı. Mesaj net, sadece size değil insanlığın elindeki her şeye hükmediyoruz. O dönemde bu tercihleri etkileyebilecek karar organlarının vizyonlarının darlığı yazık ki insanlık tarihinde kanımca kara bir leke olarak durmaktadır.
Siz Ay’a gidiyor olsaydınız ve oraya bir imza, işaret ya da herhangi bir şey götürme hakkınız olsaydı (olanakları çok kısıtlı bir mekik ile gideceğinizi hatırlatırım.) neyi seçerdiniz? Aklımda net bir öneri yok açıkçası, tüm insanlığı kapsayacak bir simge olmalı bence, sadece o döneme dair kavramlarla, geçerliliği kısıtlı simgelerle değil, insanlığın altmış bin yıllık mücadelesini yansıtacak simgeyle süslü bir bayraktan yana kullanırdım oyumu. Bu uğurda açılacak bir yarışma dünyadaki sanatçıların emeğine başvurulabilir, o dönemden tüm insanlık tarihine yayılacak yeni ve ölümsüz bir simge yaratılabilirdi gibi geliyor.
Tekrar bu iki kahramanın başarılarının önemine dönelim. Daha iyi anlayabilmek için insanlık tarihinde, bu gelişme ile karşılaştırılabilecek başka bir olay bulmaya çalışmalıyız. Önce de bahsettiğim gibi keşifler çağı olmalı. Vatikan’ın haçı çağrıştıran T dünyasından başlayan gelişim Kolomb’un Dünya’nın yuvarlak olduğu tahminine dayalı uzun yolculuğu ile devam etti. O günlerin insanlarının algıları dini dayatmalarla birlikte okyanusların bir sonu olduğu ve bir insanın o sınırdan ileri gitme teşebbüsünün dünyanın yamacından düşmekle son bulacağını düşünüyorlardı. Kolomb ve ardılları bu algıyı yıkmakla kalmadı bilinen Dünya’yı yeniden tanımladılar. Batının ve medeniyetinin ulaşmadığı topraklar sadece coğrafi keşif değil, politik güç, çalıştırılacak işçi ve ele geçirilecek yeni bir dünya demekti. İspanyollar ve Portekizlilerin bu yarıştaki liderliği kısa zaman sonra bir çatışmaya dönüştü. Araya giren dönemin Papa’sı yeni kıtayı Ekvator’dan bölerek kardeş payı yaptı. Bu yüzdendir ki Amerika kıtasının Ekvator’dan kuzeyinde daha çok İspanyolca, güneyinde ise daha çok Portekizce konuşulur. O dönemin kahramanlarının dışına çıktığı şey bilinen Dünya idi. Yeni dünyalar keşfettiler. Ancak yine de Dünya’ya dair keşiflerdi. Bilinen hayata çok önemli ekler ve değişiklikler yapsalar da etkileri yine Dünya ile sınırlıydı.
Uzay kahramanlarımız bunun çok ötesinde bir devrime imza attılar. İnsanın arayışını dünya dışına çıkarmasını sağladılar. Dışına çıktıkları şey aslında o döneme dair insanlık tanımıydı denebilir. Bu konuyla ilgili beni en çok etkileyen konu şudur. Sorun kendinize, zaman nedir? Özünde insanın Dünya’daki yaşamını kontrol amaçlı, Dünya’nın dönüşünü rakamlara dökerek tanımladığı bir kavram, tamamıyla bizlere ait zaman kavramı tamamıyla Dünya’ya ait. Buradan devam edersek Yuri Gagarin insanlar arasında zamanın dışına çıkmış ilk kişi, Neil Armstrong ve Apollo 11 mürettebatı ise başka bir zamanda da varolmuş kişiler, Ay’ın kendine has zamanına. Bu gelişme ile karşılaştırılabilecek başka bir olay yok gibi. Bir ihtimal tarihin ya da zamanın kayıtlı ilk kahramanı olarak bildiğimiz Gılgamış’ın tüm insanlık tarihine attığı imza ile karşılaştırılabilir.
Bambaşka bir yerden yaklaşalım bir de. Yıl 1933, Varlık dergisinde yayımlanmış bir Ahmet Hamdi Tanpınar şiiri, yayım tarihinden 30 küsur yıl sonra insanlığın tüm tarihinde görmediği bir gelişmeyi anlatıyor sanki. Hayatın sanatı taklit ettiği söylenegelmiştir, ancak bu kadarına hayran olmamak, önünde eğilmemek mümkün değil. Bilim ve teknoloji sizi aya bile götürebilir, ancak edebiyat size bu tecrübenin yaratacağı hissiyatı yıllar öncesinden anlatabilir. Zamanın dışına çıkmayı, yerçekimsiz ortamı, insanlığın Dünya dışına çıkarak erdiği muradını, Uzay’dan görünen yüzüyle Dünya’nın yaşamını simgeleyen maviliğini anlatıyor sanki şair. Buyurun bu gözle bakarak tekrar okuyalım;
yekpare, geniş bir anın parçalanmaz akışında.
Bir garip rüya rengiyle uyuşmuş gibi her şekil,
rüzgarda uçan tüy bile benim kadar hafif değil.
Başım sükutu öğüten uçsuz bucaksız değirmen;
içim muradına ermiş abasız, postsuz bir derviş.
Kökü bende bir sarmaşık olmuş dünya sezmekteyim,
mavi, masmavi bir ışık ortasında yüzmekteyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder