Küçüklüğünden beri maharetli bir adamdı. Elinden her iş gelirdi. Beceriksiz arkadaşlarının yardımına koşmaktan dahi çekinmezdi. Onun için kırık, bozuk, çalışmayan bir şeyi onarmak dünyayı daha güzel kılmanın bir yoluydu. Bu sayede gülen yüzlerle, saygıyla, samimiyetle daha fazla karşılaşıyordu. Kimileri böyledir ya işte, bir şeyler yapmadan duramaz. Bu adam da yapmayı seviyordu.
Kuşaklardır aile meslekleri marangozluktu. Yeni kıtaya gelip yok paraya kocaman bir arsayı çevirip kendi üretimlerini yapana kadar. Ata yadigarı marangozluğu asla boşlamadılar. Marangozluk artık sadece bir aile geleneği de olsa yaşatılmalıydı. Adam olacak çocuk bokundan belli olur misali, bu adam küçücük bir çocukken babasının kendisine yaptığı ahşap oyuncaklarla değil, onları imal eden aletlerle oynamayı severdi. Artık tahtalara acemi darbelerle şekil vermeye başladığında daha doğru düzgün yürüyemiyordu bile.
O kocaman arazinin ve hatta tüm ailesinin ellerinden kayıp gidişine şahitlik edip kendini New York'a attığında iş bulması hiç de zor olmadı. İnşaat, çelik perçinlemek hakkında hiçbir bilgisi yoktu ama sadece birkaç hafta içinde en gözde elemanlardan biri olup çıkmıştı. Kısa zamanda gösterdiği bu başarı ile inşaatın en kıskanılan ve uzak durulan adamı oldu. Onun umurunda değildi. Sessizce işini yapar, aralarda sırtını çeliğe dayar ve şehri seyrederdi.
Bu dört gözü tanımıyordu. İçinde yaşadığı bu kocaman şehirde varlığı gereksiz sayısız adamdan sadece bir tanesiydi. Tanısa da sevmezdi zaten. Kendine has olabilmek için en zoraki düşünceleri doğruymuş gibi göstermek için kelimeleri ahlaksızca kullanan sonunda bütün kelimelere, düşüncelere ve hatta insanlara kendi çıkarınca iş yaptırmayı amaç edinip kendisi rahat rahat yaşayanlardan olduğunu düşünür, dört göze karşı kayıtsızlıktan öte ince bir nefret dahi beslerdi.
Halbuki dört göz tanıyabilseydi ona bayılırdı. "Elinden bu kadar faklı iş gelen, bu yaşında şehirde bir başına yaşayan bu adamın dinlenmeye, anlatılmaya layık bir öyküsü vardır. O öyküde benim için, şimdiye kadar kendimce akıl edemediğim ne dersler vardır" derdi. Bu sessiz adamı konuşturabilmek için sorularını sıralar, hangi konudan konuşurken daha fazla kelime sarf ettiğini gizlice inceler ve o damardan devam ederdi. Alkol ikiliyi etkisi altına aldıkça ikisi de iyiden iyiye açılırdı. Belki bu dört göz tahammül edilmeye, arada bir içilmeye layık bir adama dahi dönüşebilirdi, ayılıncaya kadar.
İkisi de burada, Şeftali Ağacı Sokağında içerlerdi. Sıra sıra dizilmiş meyhaneler şehrin farklı yerlerinden gelen, farklı beklentilere sahip farklı erkekler için bulunmaz nimetti. Sadece içki de değil, en ucuzundan ve en pahalısından yemek ve kadın da bulabilirdiniz. Gözlüklü her seferinde farklı bir meyhaneye giderdi. Bizimkisi ise, sıklıkla kendi aksanının konuşulduğu mekana giderdi. Orada söylenen şarkılar, sarhoş olanların attıkları naralar ve hatta kavgalar dahi ona geldiği yeri, biraz ailesini, unuttuğu kendisini anlatırdı. He "bir tane içip kalkayım" dediğinde geçmişe ait bir his, bir anı, seyrek de olsa uzaklardan ortak tanıdıklara sahip bir insan onu kolundan yakalar ve yeni bir içkinin önüne oturturdu. Sarhoş olmaktan hiç şikayetçi değildi.
Gazete satıcısı Şişko Larry onun sevmediği arkadaşıydı. Şehir öyle saçmalıkla doludur. Bir insanı sevmezsiniz ama bir şekilde ondan uzakta da olamazsınız. Bir şeyler olur ve onu görmeniz gerekir. Görmüşken oturulur, sohbet muhabbet ve bir sonraki görüşme için sözleşmeler. Açıkçası Şişko Larry'e alışmıştı. Onun çok yardımını gördüğü için, hissettiği minnet borcu için alışmak zorunda kalmıştı. New York'a ilk geldiğinde aylak aylak gezerken Şeftali Ağacı Sokağındaki barda tanışmışlardı. Larry ona kaldığı odayı, dolaylı olarak çalıştığı işi, üzerinden geçtiği birkaç kadını ayarlamıştı. Larry insanlara yardım ederdi, sıkıcılığı ile bedelini de ödetirdi. O kadar da şişko değil diyenler için, bu Larry'nin sağlam bir diyetle on iki kilo vermiş hali. Verdiği kiloları geri aldığını, sonra yine verip, yine aldığını söylememe gerek olmamalı. Lakabın üzerine yapışmasından anlaşılmalı.
Şişko Larry Bizimki ile ölümünden önce konuşan son insandı. Larry'den öğrendikleri onu öylesine sasrmıştı ki o gün, zaten kendisiyle konuşmak gibi bir dertleri olmayan iş arkadaşları ile tek kelime konuşmadı. Hayatını anlatan kitabın New York başlıklı bölümünün sonuna geldiğini anlamıştı. Tüm kitabın bitiverdiğini anlayamaması insanlığından sebepti. Her zamanki titizliği ile işini yapmaya devam ederken, yeni bölümün başılığını düşünmekteydi. İşte o gün, kafası bunca düşünce ile doluyken, gökdelenin 82 katından düşüp öldü. Pişman değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder